27 Ağustos 2011 Cumartesi

49 days and 1 litre gözyaşı

Kimisi diyor ki ben sevmem bu çekik gözlülüleri, ayy nasıl izliyosun bunların filmini yaaa, konuşmalarıda bi tuhaf bee :))) Jackie Chan filmleriyle büyüdüğümden olsa gerek, hastasıyım leynnn bunların. Bana çok sempatik geliyor uzak doğulular nedense, hele koreliler tek geçerim, yakışıklısı çok yakışıklı güzeli çok güzel oluyor bu korelilerin, ama çirkinide pek çirkin  :)

Bu sene iyice kore manyağı oldum, fırsat buldukça kore dizisi izliyorum, en son dün 49 days i bitirdim.İlk bölümünden itibaren çoook güzel bir dizi olmasına rağmen son bölümünü hiç ama hiç yakıştıramadım diziye, mutlu sonları sevdiğimden olsa gerek...

Diziye gelince, konusunu anlatmayacağım zira pek çok yerde konusu anlatılıyor, bence seviyorsanız kore dizisi izlemeyi, bu diziyi de biran önce izleyin...



roller cuuuk diye oturmuş hepsine de :))


Birde Japon dizisi öneriyim gider ayak, ismi 1 litre gözyaşı.İsminden de anlaşılacağı üzre her bölümde zırıl zırıl ağlıyorsunz, o derece dramatik yani.Zaten dizinin ilk bölümünde baş roldeki kızın omurilık dejenerasyonuna yakalandığını öğreniyorsunuz ve dizi boyunca kızın hastalıkla mücadelesi, yaşama sıkıca tutunması derken siz hooop ağlamaktan harap olucaksınz..

Bu dizi gerçek bir yaşamdan alıntıdır,bunu bilerek izlemek çok başka bir duygu :(
İnsan sağlığın ne kadar önemli olduğunu  bir kez daha anlıyor, etrafa daha farklı bir gözle bakıyor dizi sayesinde..







Japon dizileri gibi bu dizide, çok az bir bölümden oluşuyor, 11 bölümcük ve her bölüm amerikan dizileri gibi 45 dakkacık filan..O yüzden zaman ayırıp izlenebilecek, pişman olunmayacak bir dizi.Ayrıca dizide çalan şarkılarda çok güzel, kısacası beğendim,izleyin derimmmm !!!!




Düşmenin nesi yanlış?
Her zaman tekrar ayağa kalkabilirsin.Düştükten sonra  gökyüzüne bakarsan, mavi gökyüzü de bugün sınırszca uzuyor ve bana gülümsüyor...Yaşıyorum...Hayattayım... (diziden bir anektod )


20 Ağustos 2011 Cumartesi

Birazda Sezgin Kaymaz okuyalım


İnsan, gençliğinde daha cesaretli oluyor, okuduğu kitabın kötü çıkacağından korkmuyor mesela .Her yeni bir kitaba umutla bakıyor. Oysa yaşlanınca öylemi ?  içinde bir korku, ya okuyupta umduğumu bulamazsam diye..Olsun bir başkasını okursun demeyin, olmuyor işte, soğuyorsun....

Artık best seller ya da güncel kitaplardan sıyrılıp birazda okumaya değer başka kitaplar mı okusak ki ? Yeni yazarlar mı keşfetsek? İşte bir arayış içindeyseniz size tavsiyem Sezgin Kaymaz'la tanışmanız, hemde en kısa zamanda!!!

İlk Geber Anne'sini okuyarak tanımıştım kendilerini.Ne tuhaf bir isim diye elime almıştım kitabı, pek çok kişi ismine bakıp yargılasa da beni, onları umursamayarak bir solukta okumuştum ve çok beğenmiştim.Yazarımız ^^ zaman^^ kavramıyla öyle bir güzel oynuyorki, karşınıza harika bir fantastik roman çıkıyor.

 Konusu;
Mutlu bir aile, İsmailoğlu ailesi: Otoriter anne Melek Hanım, baba Şükran Bey, oğulları Tufan ve Tayfun, köpekleri Sarı... 'Annesinin sarı prensi' Tayfun, onyedisine basacağı gün eve biraz erken döner. Fakat bu sesler, annesinin yatak odasından gelen bu sesler... Kapa aralığından görünen yabancı erkek bacağı... Yoksa? ... Tanrım! Tayfun'un doğumgünü, Melek Hanım'ın intihar günü olur... Aradan yıllar geçer, yetiştirme yurdu müdürü İhsan Beyit, meslekdaşı ve 'abisi' Hasan Çokar'a bir çocuk gönderir. Mecburiyet olmasa, kimsenin yanından ayırmak istemeyeceği bir çocuktur bu. O sarı saçlar, o yüz, o konuşma, o karizma... Bir sicil vardır çocukta, 'tövbe estağfurullah, Mevlut gibi! ' Sonra? Sonrası karmaşık, komik, heyecanlı; hel 'kelalaka' hem fazlasıyla alakalı... Üstelik, uyarı levhası hediyeli; Zaman'la fazla oynama! ..



Lucky, bir başka kitabıdır.Kitaba ismini veren Lucky  adı gibi pek şanslı bir köpektir.Kitap köpeğimiz ve ona sahip olanların başından geçen birbirine bağlı olay dizisini anlatır..Bu kitap bana köpek sevgisini aşılamış olmakla birlikte, gülerek eğlenerek okurken sona doğru ağlayarak bitirdiğim bir kitaptır :(









Kaptanın Teknesi; kendisi favori kitabımdır.Çoğu arkadaşım benim zorumla okumuş ama sonunda tabiki  bana teşeküür etmiştir :) E olsun o kadar dimi :))


Konusu,
Gelirken, ne kadar gerçeküstü varsa, hepsini beraberinde getirdi 'O'... 'O'... Vakitle birlikte, vakitlice gelen... Hayatımı allak bullak eden, sonra da ortalığı bana toplatan... Bir kapı aralandı üç gün önce ve 'O' girdi hayatıma... Güneş kadar yakıcıydı, buz gibi don... Deprem kadar yıkıcıydı, tufan gibi bir son... 'O'ydu hepsi de.. Ruhumun tufanı, tufanımın Nuh'uydu... Kim, benim sandığım 'ben' olmadığımı öğretebilirdi bana? ... Vakti, bir kılıç gibi kuşanan kim olabilirdi? ... Kimdi, hiç tanımadığım halde, hep beklediğim? ... Sarı gözlü, kara giysili, o yakışıklı kimdi? ... 'O'ydu elbette! Üniversiteli öğrenci hayatının sebepsiz bir neşeyle anlamsızlık buhranları arasında gidip gelen olağanlığı içinde bir 'kafa kızlar' muhabbeti... Ve bu olağanlığın tepesine düşen olağanüstü bir aşk hikayesi - üç günlük bir şey... 



 Off ya bu nasıl bir kitaptı, bu nasıl bir kurgu, arkadaşlarım zorla soruyorlardı, hadi ama söylesene kim ''o '' diye. Ama ben onun kim olduğunu söylersem siz bana küfredersiniz dimi.O yüzden okuyun öğrenin kimmiş o ..Bu arada kitabın sonunda zırıl zırıl ağlamıştım, nasıl mektuplar onlar öyle, pufff :((

Okurken çabucak bitsin isteyeceksiniz sırf sonunu öğrenmek için, bitince üzüleceksiniz niye bitti diye ....



16 Ağustos 2011 Salı

Kaç kişi izlemiştir Roswell'i ya da The OC yi merak ettim bak durduk yere :)

Roswell beni Dido ile tanıştırmıştı, dizinin intro şarkısı dido'nun ünlü ''here with me'' idi.Dizi başlarken bu şarkı çıkcak diye öyle tv karşısına kuruluyordum :)Neyse gelelim Roswell'e, dizi Amerika 'nın Roswell kasabasında geçiyor, e haliyle adını da ordan alıyor :)) Uzaylı 3 kardeş ve onların dünyadaki yaşamını anlatıyordu, ilk sezonu süperdi ama 3. sezonda filan saçmaladılar, ama olsun ben yine de çok sevmiştim :) Günümüzün Alacakaranlık serisine bin basar bence :)))



The OC, bir arkadaşımın tavsiyesiyle izlemeye başlamıştım.Yok böyle bir dizi ya, her bölümü çok eğlenceliydi.Seth ve Summer ikilisini çok seviyordum, ayrıca dizide çalan şarkılarda çok güzeldi diye hatırlıyorum..



Şimdilerde de çok dizi izliyorum, internet sağolsun , ama eskiler başkaydı ya ...


13 Ağustos 2011 Cumartesi

eskilerden bir film...




Aslında çok da eski değil canım, 2005 yapımı Aşk ve Gurur (Pride and Prejudice).Kitabını okuyupta filmnini de beğendiğim nadir eserlerden biridir.Günümüzde pek çok kitap filme uyarlanmış pek iç açıcı etki bırakmamıştır bende, ama bu film başka.

Jane  Austen'ın en romantik romanı seçilen kitap,filme uyarlandıktan sonra Londra film eleştirmenleri derneği ödüllerine sekiz dalda, Altın Küre ödülüne ise iki dalda aday gösterilmiş.Ben olsam Oscara aday gösterirdim, o derece seviyorum bu filmi.Kitabını okumasanızda bir şey kaybetmezsiniz, kitaptaki herşey hemen hemen filme yansıtılmış zaten.Baş rolleri Keira Knightley ve Matthew MacFadyen paylaşıyor.İzlemeye değer  bir film, izlemediyseniz en kısa zamanda izleyin derimmm :)))











“Yalnızca geçmişi hatırla, çünkü onu hatırlamak zevk verir.”
“AŞK VE GURUR” romanından

9 Ağustos 2011 Salı

okumak iyi bişiy :))

Geçenlerde okuduğum 2 kitaptan bahsetmek istiyorum sizlere.Serenad ve İskender !!! Nasıl oluyorda bir kadın olaylara erkeğin gözünden bu denli sürükleyici bakarken, bir erkek olaylara kadının gözünden yine bu denli sürükleyici bakabiliyor ? Bazen şaşıyorum..

Serenad, Zülfü Livaneli'nin son eseri.Mutluluk,Leyla'nın Evi, Son Ada gibi diğer kitaplarını da büyük bir zevkle okumuştum.Ne tiyatrosunu izlediğim Leyla'nın evi, ne sinemasını izlediğim Mutluluk kitaplarının yerini tutmaz.Çünkü Livaneli öyle bi kaleme alıyor ki eserlerini, kitap okurken sizde bir parçası oluyorsunz hikayenin.Serenad oldukça etkileyici bir hikayeyi anlatıyor,üstelik baş roldeki kahramanımız bir kadın ve yazar kahramanımzn ağzından olayları çok güzel dile getiriyor...Konusu, anlatılış şekli, şok edici olaylarıyla okunmaya değer bir kitap bence ...

İskender-Elif Şafak ise daha 2 gün önce okuduğum bir kitap.Ahhh Elif Şafak hep kitap yazsın diyenlerdenim, gerçekten olayları anlatış tarzı çok iyi yazarlardan birisi.Kitap her 3-4 sayfada bir başka kişilerin hayat hikayesini anlatsada, aslen olayların baş kahramanı tabikide İskender.Güzel bir kaitaptı, okuduktan sonra çok kişiye tavsiye ettim, eee burda bahsetmesem olmaz dimi ama :)))





Bu arada kitap kapağıda baya değişik , Elif Hanım erkek kılığına girip poz vermiş, e hoş ta olmuş :)))


6 Ağustos 2011 Cumartesi

Kore dizilerimmm

Bu ara tatili fırsat bilip kendime kore ziyafeti çektim. Tabiki yemek anlamında demiyorum.Dizilerinden bahsediyorum!!!Bir ayda o kadar çok dizi izledim ki ben bile hangi ara izledim bunları diyorum :)

1.sırada namı değer BOF (boys over flowers) demezsem olmaz tabi:) F4 diyorum başka bişiy demeye gerek yok!!


2.sırada my gf is Gumiho, ahh burdaki kız beni bitirdi, dizinin her bölümünde canım et  çekiodu , bu arada dizinin ostlarıda harika, hele bi fox rain şarkısı varki dinle dinle bıkmıyorum :))


3.sırada secret garden var


4..5..6..bu liste böyle uzar gider, playful kiss,coffee prince,dream high,you are beautiful,my girl,full house, izleyipte sewdiğim hatta çoook sewdiğim kore dizilerimden bazılarıdır..
 

Şimdilk bunlarla yetinin, ben kaçar :)))

sevdiğim şiirlerden bir tanesi

Bugünlerde herkes gitmek istiyor
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara,uzaklara …
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey …
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği
Öyle ‘’yanına almak istediği üç şey’’ falan yok
Bir kendisi
Bu yeter zaten.
Herşeyi,herkesi götürdün demektir
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, ötekide olmuyor
Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız ‘’kalk gidelim’’, öbür yanımız ‘’otur’’ diyor
Otur diyen kazanıyor
O yan kalabalık zira…
İş,güç,sorumluluk,çoluk çocuk,aile,güvende olma duygusu …
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğu doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken,ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler …
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
‘’Sırtında yumurta küfesi olmak ‘’diye bir deyim vardır
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabi yapanlar, ama az
Sadece kaymak tabakası
Hepimiz kaçabilsek
Bütçe,zaman,keyif denk olsa
Gün içinde mesela..
Küçücük gitmeler yapabilsek
Ne mümkün?
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun…
İSTEMEK DE GÜZEL
...........Can Yücel